ANONİM ŞİRKETLERDE YÖNETİM KURULU ÜYELERİNİN KAMUSAL BORÇLARDAN ŞAHSİ SORUMLULUĞU

I. Anonim Şirket Kuruluşu: 

TTK 329. ve 331. maddelerin yaptığı tanıma göre “anonim şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan, borçlarından dolayı yalnız malvarlığı ile sorumlu bulunan, kanunen yasaklanmamış her türlü ekonomik amaç ve konu için kurulabilen” şirkettir.

Asgari 50.000-TL tutarında sermaye ile kurulabilen anonim şirketlerde en az 1 pay sahibi (ortak) bulunmak zorundadır.  Eski TTK’da en az 5 ortak şartı aranırken 6102 sayılı yeni TTK, asgari ortak sayısını bire düşürmüştür.

 II.          Anonim Şirketin Organları:

 

Anonim şirketlerde genel kurul, yönetim kurulu ve denetçiler olmak üzere üç organ bulunmaktadır.

Ekonomik bir amacı gerçekleştirmek gayesiyle kurulan anonim şirketler, yönetim kurulu aracılığıyla yönetilir.  Yönetim kurulu, anonim şirketin anayasası olarak tanımlanabilecek esas sözleşme ile tayin edilebileceği gibi genel kurul tarafından da seçilebilir. Eski TTK’dan farklı olarak 6102 sayılı TTK’da tek ortaklı anonim şirket kuruluşuna izin verildiği için yönetim kurulu da en az bir kişiden oluşmalıdır. Yönetim kurulu üyeleri en fazla 3 yıl için seçilir, görev süresi sona eren üye yeniden seçilebilir.

Anonim şirket, özünde bir mal topluluğu olduğu için yönetim kurulu üyelerinin gerçek şahıs olması zorunlu değildir. Anonim şirketin ortakları arasında bir tüzel kişi bulunuyorsa bu tüzel kişinin de yönetim kurulu üyesi seçilmesi mümkündür.  Bu durumda yönetim kurulu üyesi seçilen tüzel kişinin belirleyeceği gerçek bir kişi, tüzel kişi adına yönetim kurulu üyeliği görevini yerine getirir.

Yönetim kurulu, tek kişiden oluşmuyorsa ya da esas sermayede akdi düzenlenmemişse temsil yetkisini çift imza ile kullanır. Bir başka deyişle, anonim şirket adına yapılan işlemlerin geçerli olması için en az iki yönetim kurulu üyesinin imzası bulunmalıdır. En az bir yönetim kurulu üyesinin temsil yetkisini taşıması şartıyla dışarıdan (şirket ortağı olmayan) 3.kişilerin murahhas üye ya da müdür olarak atanması mümkündür.  

Yönetim kurulu, şirketin ticari faaliyetine yön verdiği için görevini özenle yürütmek zorundadır. “Özen ve bağlılık” kenar başlığını taşıyan TTK 369.madde yönetim kurulunun görevini “tedbirli bir yöneticinin özeniyle yerine getirmek ve şirketin menfaatlerini dürüstlük kuralına uyarak gözetmek”  olarak tanımlamıştır.

Özen ve bağlılık yükümlülüğü, şirket faaliyetlerinden sorumluluk anlamına gelmektedir.

 

III.        Yönetim Kurulu Üyelerinin  Kamusal Borçlardan Şahsi  Sorumluluğu:

 

1.   6183 sayılı Yasa Yönünden:

 

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun, devlete, belediyelere, il özel idarelerine ait  resim, harç, vergi cezası, para cezası, bunların faiz ve fer’ilerinin tahsili için uygulanan yasadır. (Vergisel bir sorumluluk nedeniyle alacak tahsilatı söz konusuysa 213 sayılı VUK uygulanır. 6183 sayılı Yasa ile 213 sayılı Yasa arasında genel kanun/özel kanun ilişkisi olduğu söylenebilir)

6183 sayılı Yasaya göre bir alacağının tahsiline girişen kamu otoritesi Yasanın mükerrer 35. Maddesinin verdiği yetkiyle anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin şahsi mal varlıklarından tahsilat yapabilecektir. Düzenleme şu şekildedir:

Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir. Bu madde hükmü, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye’deki mümessilleri hakkında da uygulanır. Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmaz. Temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessiller, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebilirler.

Yasa, anonim şirket yöneticilerinin şahsi mal varlıklarından tahsilat yapılabilmesi için ön şart geliştirmiştir:

-       Kamu alacağının tüzel kişiliğinin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilememesi veya

-       Tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması şartına bağlı olarak kanuni temsilcilerin mal varlıklarından tahsilat yapılabileceğini düzenlemektedir.

“Tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması” ifadesi yoruma dayalı bir bakış açısı getirdiğinden kamu otoritesinin önce şirket aleyhine icra takibine girişip tahsilat yapamadığı takdirde yöneticinin şahsi mal varlığına başvurma zorunluluğu yoktur.

 

2.   213 Sayılı Vergi Usul Kanunu Yönünden:

 

213 sayılı Vergi Usul Kanunu, 6183 sayılı Yasaya paralel bir düzenleme getirmektedir. Yasanın 10.maddesine göre;

Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatlar gibi tüzel kişiliği olmıyan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir.

(Değişik: 3/12/1988-3505/2 md.) Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınmayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır.

Bu hüküm Türkiye'de bulunmayan mükelleflerin Türkiye'deki temsilcileri hakkında da uygulanır.

Temsilciler veya teşekkülü idare edenler bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilirler.

Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını da kaldırmaz.

 

İki Yasa arasındaki temel fark; 6183 sayılı Yasada alacağın tahsil edilemeyeceğinin anlaşılmasının yeterli görülmesine karşın, 213 sayılı Yasada alacağın tahsil edilememesinin şart olmasıdır. Bir başka deyişle 213 sayılı Yasaya göre bir vergi alacağının anonim şirket yöneticisinin şahsi mal varlığından tahsil edilmesi için, öncelikle şirket aleyhine icra takibi yapılması şarttır.

Uygulamada vergi dairesinin özellikle resmi olarak tasfiye edilmemesine karşın ekonomik varlığını sürdürmeyen şirketlerden tahsilat yapabilmek için anonim şirket yöneticisinin şahsına, fakat “şirket yöneticisi/temsilcisi” sıfatıyla tebligat yaptığı sıklıkla görülmektedir. Daha açık ifade etmek gerekirse; ödeme emri “X şirket temsilcisi A gerçek şahsına” tebliğ edilmektedir. Kural olarak bu tebligat X şirketine yapılmış bir tebligat olarak kabul edilmeli ve A şahsı için hukuki sonuç doğurmamalıdır. Fakat A şahsı, bu tebligata karşı iptal davası açmadığı takdirde kısa süre sonra bütün mal varlığının haczedildiğini öğrenecektir. Çünkü vergi dairesi, kendi yorumuna göre tebligatı tamamlamıştır.

Kanuni temsilcinin “kendisine” gönderilen ödeme emrinin iptali için ihtiyaten dava açması yerinde olur. Bu tip davalarda vergi mahkemeleri;  

-       Tebligat usulsüzlüğü nedeniyle iptal kararı vermekte ya da

-       Şirket tüzel kişiliğini temsilen kanuni temsilciye gönderilen ödeme emrinin kanuni temsilcinin şahsı için hukuki sonuç doğurmayacağını işaret ederek husumet yokluğu nedeniyle ret kararı vermektedir.

Her halükarda kanuni temsilcinin ulaşmak istediği amaç gerçekleşmektedir. Zira ret kararı, şeklen olumsuz bir karar olsa da vergi dairesinin şirkete gönderiyormuş gibi yaparak kanuni temsilciye gönderdiği ödeme emrinin, kanuni temsilcinin şahsı için sonuç doğurmayacağı mahkeme kararı ile tespit edilmektedir.  (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu SGK’nın yaptığı benzer işlem için menfi tespit davası açan kişiler için hukuki yarar koşulunun gerçekleştiğine karar vermiştir. Yargıtay HGK 2015/10-1382 E. 2019/352)    


3.   Yönetim Kurulu Üyesinin Tüzel Kişi Olması Durumunda:

Yukarıda anonim şirketlerde tüzel kişilerin yönetim kurulu olarak seçilebileceğini,  tüzel kişinin yönetim kurulu üyesi seçilmesi halinde gerçek kişi temsilci tarafından temsil edileceğine değinmiştik. Böyle bir durumun gerçekleşmesi halinde kamusal borçlardan temsilci gerçek kişimi yoksa yönetim kurulu üyesi tüzel kişi mi sorumlu olacaktır? 

TTK, VUK ve 6183 sayılı yasa bu soruya bir cevap vermemektedir.  

Tüzel kişilerin yönetim kurulu üyesi seçilmesinin önünü açan düzenleme TTK 359/2.maddedir. Madde metni;

“Bir tüzel kişi yönetim kuruluna üye seçildiği takdirde, tüzel kişiyle birlikte, tüzel kişi adına, tüzel kişi tarafından belirlenen, sadece bir gerçek kişi de tescil ve ilan olunur; ayrıca, tescil ve ilanın yapılmış olduğu, şirketin internet sitesinde hemen açıklanır. Tüzel kişi adına sadece, bu tescil edilmiş kişi toplantılara katılıp oy kullanabilir.” Şeklindedir.

TTK 359/2.maddenin gerekçesi “…diğer taraftan tüzel kişi yönetim kurulu üyesinin sorumlu tutulmasının önü açılarak şirkete, pay sahiplerine ve alacaklılara güvence verilmiştir. Düzenleme sorumluluk hukukunun ana gelişme ekseni ile çakışmaktadır. Dev yapılı, çok uluslu şirketlerin; temsilcilerinin arkasına gizlenmelerine hukukun seyirci kalması sadece adaletsizliği artırmakla kalmamakta aynı zamanda hukuka güveni de sarsmakta, hukukî gerçeğe göz kapama anlamına gelmekte ve kanun koyucuyu da hukuk kuralının nesnelliği yönünden müşkül durumda bırakmaktadır. Bu fıkra ile çağdaş, hakça bir sorumluluk sistemi kabul edilerek, tüzel kişinin temsilcisinin üye seçilmesi ile üyenin (temsilcinin) tüzel kişi ile arasındaki bağın kesildiği ve tüzel kişinin, temsilcisinin eylem ve kararlarından sorumlu tutulamayacağı şeklindeki yapay teori reddedilmiştir. Artık, tüzel kişilerin temsilcilerinden oluşan zayıf malvarlıklı üyelerin sorumluluğu ile hukukî gerçeklere göz yumulmayacaktır.

Esasında TTK 359/2. düzenlemesi “sorumluluk” anlamında net olmamakla birlikte, kanun koyucu gerekçeyi açıklarken son derece cömert davranmış ve şirket tüzel kişiliğinin ardına gizlenerek sorumluluktan kaçılmasına tolerans gösterilmeyeceğini vurgulamıştır. Madde gerekçesinde temsilcinin eylem ve kararlarından tüzel kişinin sorumlu tutulacağı, bu eylem ve kararların aslında tüzel kişiye ait olduğu vurgulandığına göre kamusal borçlar nedeniyle sorumluluğun da tüzel kişi yönetim kurulu üyesine ait olacağı düşüncesindeyim. 

Borçlar Kanunu’nda düzenlenen “temsil” kurumunun da prensip olarak “temsil edilen” adına yapılan işlemlerden doğacak hak ve borçların temsilciye değil, temsil olunana ait olacağını düzenlediği unutulmamalıdır.

VUK’nun 8.maddesinde yapılan “vergi mükellefi” (vergi borcu tahakkuk edecek kişi), “vergi sorumlusu” (vergi borcunu ödemekle yükümlü olan kişi) ayrımından yola çıkan kimi görüşler, kanuni temsilcileri vergi sorumlusu olarak kabul ederek gerçek kişi temsilcilerin de kamusal borçlardan sorumlu tutulabileceğini yönündedir.   

Ne var ki vergi, harç, resim gibi kişilerin mal varlıklarını etkileyen yükümlülüklerin ancak yasayla düzenlenebileceği Anayasa hükmüdür. (AY m 73) Bu nedenle eğer gerçek kişi temsilci aleyhine mali bir yükümlülük getirilecekse bu yorum yoluyla değil, yasal düzenleme ile yapılmalıdır.

Sonuç olarak kamusal borçların tüzel kişiyi temsil eden temsilciye değil, bizzat yönetim kurulu üyesi tüzel kişiye ait olacağı kanaatindeyim.

 

4.   5510 sayılı Yasa Yönünden Sorumluluk (SGK)

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88. Maddesine göre, sigorta primleri ve SGK’nın diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın ifa edilmezse, tüzel kişiliği haiz işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri SGK’ya karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olacaklardır.

Görüldüğü üzere 5510 sayılı Yasa hiç polemik yaratmadan kimlerin, hangi koşullarda sorumlu olacağını net biçimde belirlemiştir. Buna göre;

Ödeme yapmamak için haklı bir neden olmadığı sürece;

 

-       Hem yönetim kurulu üyeleri,

-       Hem üst düzey yöneticiler,

-       Hem kanuni temsilciler,

-       Bizzat kendileri müştereken ve müteselsilen SGK’ya borçludur.

Yasada yönetim kurulu üyeleri asli sorumlu olarak kabul edildiğinden önce şirkete başvurmak, tahsil edilemediği takdirde yöneticilerin şahsi mal varlıklarına başvurmak gibi bir koşul yoktur. Borç ödenmediği takdirde hem şirket aleyhine hem de yöneticileri aleyhine aynı anda işlem yapılabilir. Yöneticilerin sorumluluğu fer’i değil, asli sorumluluktur. Bu yönüyle de 5510 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk, 213 ve 6183 sayılı Yasalardan kaynaklanan sorumluluktan ayrılmaktadır.

Sorumluluktan kurtulmak için istisna “haklı neden” olarak işaret edilmiş, ancak hangi durumların haklı neden oluşturacağı yasada açıklanmamıştır.  Yargı kararlarına bakıldığında;

-       Şirkete iflas erteleme kapsamında tedbir konması (Yargıtay 22.HD 2019/1582)

-       Yöneticinin, borcun doğduğu tarihte yönetici olmaması (Yargıtay HGK 2012/21-734 E. 2013/152K)

-       Yapılandırma (Yargıtay 21.HD 2017/6641) haklı sebep kabul edilmişken,

-       İdari para cezasına itiraz etme imkanı varken itiraz etmeyip kesinleştiren, kesinleşme üzerine kendisine gönderilen ödeme emrine karşı dava açan davacı açısından haklı sebep kabul edilmemiştir. (Yargıtay 21.HD 2014/18970)  Haklı sebeplere zamanaşımını da eklemek gerekir.

 

5.   Yönetim Kurulu Üyelerinin Sorumluluğunun Sınırı:

Yönetim kurulu üyesi, çoğunlukla şirket ortağı olacağı için şirketin borçlarından ortaklık payı ile sınırlı olarak sorumlu olacağı düşünülebilse de durum böyle değildir. Yönetim kurulu üyesi, şirketin, kamusal borçlarından herhangi bir sınırlama olmaksızın tüm mal varlığı ile sorumludur. 5510 sayılı Yasa açısından yönetim kurulu üyesinin şirketle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulacağı zaten yasa hükmüdür.

213 ve 6183 sayılı Yasa açısından yönetim kurulu üyesinin şirket borçlarından sorumlu tutulmasının nedeni, bu yasalardan doğan idare sorumluluğunu yerine getirmemesidir.  Kamusal ödevleri yerine getirmekle yükümlü yönetici, bu ihmali karşılığında şirketin borçlarından şahsen sorumlu kılınmaktadır. Dolayısıyla yöneticinin ortaklık payı ile sorumlu olması söz konusu değildir.

 

6.   Kamusal Alacaktan Hangi Tarihteki Yöneticinin Sorumlu Tutulacağı:

Anonim şirketin kamusal borçlarından hangi tarihteki yöneticinin sorumlu tutulması gerektiği üzerinde durulması gereken bir başka konudur. Alacağın doğduğu tarihteki yönetici ile ödenmesi gerektiği zamanki yönetici farklı ise hangisi sorumlu tutulacaktır? Devlet, tabiatı gereği bu soruyu her iki dönemdeki yöneticiyi de sorumlu tutarak cevaplamayı tercih etmiştir. “Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu kişilerin amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumludurhükmü 2008 yılında 6183 sayılı Yasaya eklenmiştir.

Kişileri başkasının eylemlerinden sorumlu kılan bu düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından 2015 yılında iptal edilmiştir. İptal kararı sonrası her yönetici, kendi döneminde doğan kamu borçlarından sorumlu tutulmaktadır.

 

7.   Yönetim Kurulunun Kendi İçinde Görev Dağılımı Yapması Halinde:

Anonim şirketlerde yönetim kurulunun kamusal borçlardan sorumluluğu her durumda mutlak değildir. Yönetim kurulu şirketin temsili konusunda kendi içinde bir görev dağılımı yapar ya da dışarıdan temsile yetkili yönetici (murahhas yönetim kurulu üyesi) atarsa, artık tüm yönetim kurulunun değil, temsil yetkisi ile donatılmış yönetim kurulu üyesi-kanuni temsilcinin ya da murahhas üyenin sorumlu olduğunu kabul etmek gerekir. Genel kural bu yönde olmakla birlikte kamu alacağı söz konusu olduğunda bolca istisnai düzenleme ve yorumla karşılaşılabileceği unutulmamalıdır.