Yönetim kurulu, anonim şirketin zorunlu
organlarından birisi olup 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 365. maddesi
gereğince anonim şirket, yönetim kurulu tarafından yönetilmekte ve temsil
olunmaktadır. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’yla
birlikte 6762 sayılı mülgaTTK’nın aksine yönetim kurulunun bir kişiden oluşması
dahi mümkün kılınmıştır.
Kanun; yönetim kurulunun şirketi
yönetim yetkisini yönetim kurulunun bir veya birkaç üyesine yahut yönetim
kurulu üyesi olmayan bir üçüncü kişiye devretmesine imkan tanımaktadır. Böyle bir durumda şirketin yönetimi bir iç
yönerge ile düzenlenir. Yönergeyle görevler ve tanımlar açıkça gösterilir,
kimin kime bağlı ve bilgi sunmakla yükümlü olduğu belirlenir. Yönetim yetkisi
devredilmediği takdirde yönetim, yönetim kurulunun tüm üyelerine ait
olmaktadır. Yönetim yetkisini elinde bulunduran kişiler ister yönetim kurulu
üyesi olsun ister üçüncü kişi olsun işbu çalışma kapsamında ‘yönetici’ olarak
ifade edilecektir.
Belirtmek gerekir ki; esas sözleşmede
aksi öngörülmemişse veya yönetim kurulu tek kişiden oluşmuyorsa temsil yetkisi
de çift imza ile kullanılmak üzere yönetim kuruluna aittir. Yönetim kurulu,
temsil yetkisini bir veya birden fazla murahhas üyeye veya üçüncü kişiye
devredebilmektedir. Ancak yönetim yetkisinden farklı olarak en az bir yönetim
kurulu üyesinin temsil yetkisini haiz olması şarttır.
1.
GENEL
OLARAK
Anonim şirketin yönetim
yetkisinin yönetim kurulunda bulunduğu durumlarda tüm yönetim kurulu üyeleri,
devredildiği durumlarda ise yönerge uyarınca şirketi yönetmeye yetkili kılınan
kimseler görevlerini tedbirli bir yöneticinin
özeniyle yerine getirmek ve şirketin menfaatlerini dürüstlük kurallarına uyarak
gözetmek yükümlülüğü altındadırlar.
Kanunda yöneticilerin sorumlu olacağı
haller sınırlı sayıda sayılmamış olmakla birlikte bazı sorumluluk halleri 549
ila 552. maddeler arasında sayılmıştır. Bunlar kısaca, TTK 549. maddesinde yer
alan belgelerin ve beyanların kanuna aykırı olmasından, 550. maddesinde yer
alan sermaye hakkında yanlış beyanda bulunmaktan ve ödeme yetersizliğinin
bilinmesinden, 551. maddede yer alan değer (ayni sermayenin veya devredilecek işletmenin)
biçilmesinde yolsuzluktan ve 552. maddede halktan para toplamaktan kaynaklanan
sorumluluklar olarak değerlendirilebilir. Bu sorumluluk halleri büyük oranda
kuruluş aşamasında ve bazen de sermayenin artırılması, birleşme, bölünme vb.
gibi işlemler sırasında gündeme gelebilecek hallerdir.
Ancak yöneticiler;şirketin kuruluşu,
sermaye artırımı, birleşme bölünme vb.aşamalardaki sorumluluklarından ötesinde
şirketin faaliyette olduğu süre boyunca gerçekleştirdikleri tüm işlemlerden de
sorumlu tutulabilmektedir.
Her ne kadar bu çalışma anonim şirket
yöneticilerinin sorumluluğuna ilişkin ise de belirtmek gerekir ki; anonim
şirkete ilişkin TTK m. 553 ve devamı maddelerin limited şirketlere de
uygulanacağını düzenleyen TTK m. 644 uyarınca limited şirket yöneticilerinin
sorumlulukları da aynı esaslara tabidir.
2.
SORUMLULUK
DAVASINA İLİŞKİN ESASLAR
Yöneticilerin
sorumluluğuna ilişkin esaslar TTK’nın 553 ve devamı maddelerinde
düzenlenmiştir. Kanunda; yönetim kurulu üyelerinin, yöneticilerin, kurucu ve
tasfiye memurlarının kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla
ihlal ettikleri takdirde hem şirkete hem pay sahiplerine hem de şirketin
alacaklılarına verdikleri zararlardan sorumlu olacakları düzenlenmiştir. (TTK
m. 553/I)
Ancak kanundan
yahut esas sözleşmeden doğan bir görevi veya yetkiyi, usulüne uygun olarak
başkasına devreden kişiler, bu görev ve yetkileri devrettikleri kişilerin
seçiminde makul derecede özen gösterdikleri takdirde, görevi veya yetkiyi
devralan kişilerin fiil ve kararlarından sorumlu olmamaktadır. Öyle ki; hiç
kimse kontrolü dışında kalan, kanuna veya esas sözleşmeye aykırılıklar veya
yolsuzluklar nedeniyle sorumlu tutulamaz, bu sorumlu olmama hali gözetim ve
özen yükümü gerekçe gösterilerek dahi geçersiz kılınamaz. (TTK m. 553/II ve
III)
İşte bu düzenleme uyarınca gerek
yönetim kurulu üyelerinin gerekse de yönetim kurulu olmamakla birlikte şirketi
yönetme yetkisi kendisine devredilmiş üçüncü kişi yöneticilerin hukuki
sorumluluklarına ilişkin durum ve bu kişiler aleyhine açılacak sorumluluk
davasının esasları işbu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.
Uygulamada oldukça fazla görülen bir
örnek olarak belirtmek gerekir ki; yönetim kurulu tarafından yönetim yetkisinin
aynı zamanda şirket ile arasında işçi – işveren ilişkisi bulunan bir üçüncü
kişiye devredilmesi durumunda da yönetici, TTK’nın yöneticilerin sorumluluğuna
ilişkin düzenlemesi uyarınca sorumlu olabilecektir.[1]
Ancak görevli mahkemenin ve uygulanacak hükümlerin belirlenmesi açısından
yönetici ile şirket arasındaki ilişkinin somut olayın özelliklerine göre
dikkatlice değerlendirilmesi gerekir. Yargıtay’ın bir başka özel dairesinin
konu hakkında verdiği bir kararda;[2]yöneticiler
hukuki ve kişisel olarak işverene bağımlı çalışıyor ise arada iş ilişkisinin,
bağımsız çalışıyor ise vekalet ilişkisinin olduğu, yönetim kurulu murahhas
üyesi veya ortak ise kişi organ sıfatı ile ortaklık ilişkisi kapsamında
çalıştığının kabulünün gerekeceği ifade edilmiştir.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu
yöneticilerin sorumlu tutulmasını 6762 sayılı Eski Türk Ticaret Kanunu’na göre daha
sınırlı olarak kabul etmiştir. Soyut bir sorumluluk esası benimsenmemiş,
yöneticilerin ancak kendi kontrollerinde olan hususlarda gerekli özeni
göstermemeleri, kusurlu olmaları hallerinde sorumlu tutulacağı hüküm altına
alınmıştır. Kanunun ilk halinde zararın mevcudiyeti halinde yöneticilerin
kusurlu oldukları bir karine olarak kabul edilmişken, kanun henüz yürürlüğe
girmeden[3]
26.06.2012 tarihinde yapılan değişiklikle yöneticilerin kusuru karine olmaktan
çıkmış, kusurları ispat edilmedikçe sorumlu tutulamayacakları açıkça
düzenlenmiştir.[4]
Yöneticilerin eylemleri nedeniyle
şirketin uğradığı zararın tazmini talepli davayı şirket açabileceği gibi her
bir pay sahibi de tazminatın şirkete ödenmesi kaydıyla söz konusu davayı
açabilmektedir. (TTK m. 555) Öyle ki, yöneticinin şirkete verdiği zarardan her
bir paydaş kendi payı oranında zarar görmüş olacaktır. Şirket ortağının hesaplanan
alacağın kendisine ödenmesi talepli dava açması durumunda davanın
dinlenmeksizin reddine karar verilecektir.[5]
Şirket tarafından yöneticilere açılacak
sorumluluk davası için kanun metninde genel kurulun bu yönde bir karar alması
şartı bulunduğuna dair bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Ancak genel kurulda
oyda imtiyazın geçerli olmadığı kararları düzenleyen TTK hükmünde (m.618/3-c)
sorumluluk davası açılması kararının da belirtilmiş olması, sorumluluk
düzenlemelerinde yer almayan genel kurul kararı alınması şartının aranıp
aranmayacağı hususunda tartışmalara yol açmıştır. Konuyla ilgili olarak
Yargıtay, TTK m. 618/3-c hükmünü dayanak göstererek genel kurul kararının
ilgili davanın açılması için şart olduğuna ilişkin eski kanun döneminde mevcut
olan uygulamanın devamı yönünde kararlar vermiş, ancak ilgili kararlarda genel
kurul kararı alınmadan davanın açılması durumunda eksikliğin doğrudan davanın
reddini gerektirmediğine, yargılama sırasında tamamlanabileceğine hükmedilmiştir.[6]
Şirketin iflası halinde tazminatın yöneticilerce şirkete
ödenmesini isteme hakkını şirket alacaklıları da haiz olmaktadır. Ancak gerek
pay sahiplerinin gerek şirket alacaklılarının istemlerine ilişkin yöneticiler
aleyhine dava açma önceliği iflas idaresine aittir. (TTK m.556/I)
Ancak iflas idaresinin bu davayı
açmaması halinde pay sahibi yahut şirket alacaklısı söz konusu davayı açabilir. Böyle bir durumda elde edilen miktar sırayla;
İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre önce dava açan alacaklıların
alacaklarının ödenmesine tahsis olunur; bakiye, sermaye payları oranında davacı
pay sahiplerine ödenir, artan iflas masasına verilir. (TTK m.556/II)
Şirket alacaklılarının yöneticilere
sorumluluk davası açabilmesi için şirketin iflasına karar verilmiş olması
gerekmektedir, örneğin şirketin borca batık olması ancak iflasına karar
verilmemiş olması durumunda şirket alacaklılarının bu davayı açması mümkün
olmayacaktır. Şirket alacaklılarının husumet yönelttikleri yöneticilerin kusurunu
ve iddia edilen zararın davalıların yönetici olduğu dönemde meydana geldiğini
ispat etmesi gerekmektedir.[7]
Birden fazla kişinin aynı zararı
tazminle yükümlü olması halinde bu davalılardan her biri, zarar şahsen
kendilerine yüklenebildiği ölçüde, müteselsilen sorumlu olacaktır. Davacı bu
kişilerin tamamını zararın tazmini için dava edebilir. Bu ihtimalde hakim
durumun bütün gereklerini gözeterek her bir davalının tazminat borcunu
belirleyecektir. (TTK m. 557)
3.
FİİLİ
YÖNETİM DURUMU
Uygulamada sıklıkla görülen bir durum da,
kağıt üstünde şirketi yönetme yetkisi verilmiş olan yönetim kurulu üyelerinin
yahut üçüncü kişilerin esasen şirketi yönetme yetkisini kullanmamaları,şirketi
bu kişiler yerine perde arkasındaki kişilerin yönetmesidir.Hakim pay sahibinin
yönetim kurulu üyesi olarak seçilmemekle birlikte yönetim kurulu üyeleri
üzerindeki nüfuzunu kullanarak şirketi fiilen yönetmesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
Bu yolla şeklen herhangi bir atama,
seçilme ya da görevlendirme olmaksızın, esasen yönetim kuruluna özgü olan
kararları alan ya da bizzat şirket yönetimi ile uğraşan ve böylece şirket
iradesinin oluşumuna önemli ölçüde etki eden kişilerin sorumluluklarının ne
olacağı tartışılmıştır.
İkinci bölümde bahsedildiği üzere
sorumluluğa ilişkin TTK’nın 553. maddesinde aleyhine dava açılabilecek kişiler;
kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memuru olarak
sayılmıştır. Bu düzenleme uyarınca şirketi fiilen yöneten ancak kağıt üzerinde
yönetici sıfatı bulunmayan bu kişiler aleyhine dava açılıp açılamayacağını belirleyebilmek
adına mehaz kanun ile kanunun gerekçesini değerlendirmek isabetli olacaktır.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun
553. maddesinin kaynağı İsviçre Borçlar Kanunu’nun 754. maddesidir. Kaynak
maddede sorumlu tutulabilecek kişiler yönetim kurulu üyeleri ile yönetim ve
tasfiye ile uğraşan kişiler olarak sayılmıştır. Yönetimle uğraşan kişiler
ifadesinden şeklen yönetici olsun yahut olmasın yönetim ile uğraşan kişinin
sorumlu tutulabileceği anlaşılmaktadır. Ancak kaynak madde metninden farklı
olarak TTK m. 553 metninde ‘yönetimle uğraşan kişiler’ ifadesi kullanılmamış,
‘yönetim kurulu üyeleri ile yöneticiler’ in sorumlu tutulabileceği hüküm altına
alınmıştır.
Madde gerekçesinde[8];
düzenlemeye ilişkin olarak ‘yönetim işiyle uğraşan’ gibi ucu açık bir ifade
kullanmanın ‘banka hukuku açısından’ amacı aşabileceği, bu nedenle
‘yöneticiler’ ifadesinin kullanılmasının ve bu ifadenin yorumlanmasının da
öğretiye ve yargı kararlarına bırakılmasının tercih edildiği ifade edilmiştir.
Kanun ve gerekçede yer alan açıklamalar
bir arada değerlendirildiğinde; resmi olarak yönetici sıfatı bulunmayan ancak
şirketi fiilen yöneten kişilerin, bu durumun ispatlanması ve diğer koşulların
varlığı halinde fiilen yönetimi elinde bulundurdukları süre boyunca, zarardan
sorumlu tutulabilmelerinin kanunun amacına uygun olacağı açıktır. Burada fiili
yönetici konumunda bulunduğu iddia edilen kişi yahut kişilerin sorumluluklarının
var olup olmadığı; yönetim kuruluna özgülenen işlemleri yapmaları, şirketin iradesinin
oluşmasına etkileri, nüfuzlarının önemli derecede olması gibi kıstaslar göz önüne
alınarak belirlenebilecektir.
Bu noktada yönetici sıfatını haiz
olmayan kişinin şirketi fiilen yönetmesi durumunda, kağıt üzerinde yönetici
gözüken kişilerin sorumluluk durumunun ne olacağı sorusu da gündeme
gelmektedir. Şirketin yönetici olmayan bir kişi tarafından fiilen yönetilmesi
durumunda usulüne uygun bir yetki devri söz konusu olmadığından yönetim kurulu
üyelerinin yahut yöneticilerin sorumluluktan kurtulması söz konusu
olamayacaktır.Yönetim yetkisinin kullanılmasından kaynaklı şirketin zarara
uğraması durumunda, yöneticiler de fiili yöneticiyle birlikte zarardan
müteselsilen sorumlu tutulacaktır. Sorumluluk nispetlerinin belirlenmesinde ise
ikinci bölümde söz edilen TTK m. 557. madde hükümleri uygulanacaktır.
4.
İBRANIN
SORUMLULUK DAVASINA ETKİSİ
İbra, sadece genel kurul tarafından
alınabilen ve sonuçlarını sadece şirket içi ilişkiler açısından doğuran bir
karar olup usulüne uygun alınan ibra kararı, yöneticilerin ilgili hesap
dönemine ilişkin aklanması ve sonuçta bütün işlemlerin hukuki ve ekonomik
sonuçlarının benimsendiğini ortaya koymaktadır. İbranın hukuki niteliği
Yargıtay tarafından istikrarlı kararlarla menfi borç ikrarı olarak
değerlendirilmiştir.
İbra, yeni bir genel kurul kararıyla
ortadan kaldırılamamakta ancak genel kurul iptal davasına konu
edilebilmektedir. Aynı doğrultuda yöneticiler de genel kurul tarafından ibra
edilmemeye dair karar verilirse bu kararın iptali ve ibra edilmiş sayılmaları
talebiyle dava açabilmekte, böylece mahkeme kararıyla yöneticilerin ilgili
dönemdeki işlemlerinden herhangi sorumlulukları bulunmadığı tespit
edilebilmektedir.
İbra kapsamında kalan işlemler hakkında;
şirketin, ibra kararına katılan pay sahiplerinin ve ibra kararını bilerek daha
sonradan pay iktisap eden pay sahiplerinin dava hakkı düşmektedir. Bu durumda
ibra kararı sonrası yöneticiler hakkında sorumluluk davasını ancak ibra
kararına olumsuz oy veren pay sahipleri ile toplantıya katılmayan pay sahipleri
açabilmektedir. Ancak bu kişilerin dava açma hakkı da ibra kararının alındığı
tarihten başlamak üzere altı aylık hak düşürücü süreye tabidir. (TTK m. 558)
Hak düşürücü sürenin davacıların durumu öğrenmeleri tarihinden değil, ibra
kararının verildiği tarihten başlayacağı kanun metninin tartışmaya yer
bırakmayacak ifadesiyle açıkça ortaya konmuştur.
İbra, kapsamında kalan işlemler
açısından yöneticilere karşı sorumluluk davasını açabilecek kişilerin kapsamını
önemli ölçüde daralttığı için ibra kapsamında kalan işlemlerin dikkatlice
değerlendirilmesi gerekmektedir. İbra kararının kapsamı; yönetim kurulu üyeleri
ve yöneticiler hakkında sunulan belgelerden, hesaplardan ve yapılan
açıklamalardan genel kurula ulaşan ve kurul tarafından öğrenilen konular ve
işlemlerdir. Genel kurulun bilgisine ulaşmayan ve genel kurul tarafından öğrenilmesi
imkanı bulunmayan konu ve işlemler ibranın kapsamına girmemektedir. Ayrıca ibra
kapsamındaki konu ve işlemlerin gereği gibi değerlendirilmediği soyut ibra
kararları da sorumluluk davası ikame etme hakkını ortadan kaldırmamaktadır.[9]
Kanunda şirketin kuruluşu ve sermaye
artışı işlemlerinin ibrası açısından özel bir düzenleme bulunmaktadır. Yöneticilerin
şirketin kuruluşundan ve sermaye artışından doğan sorumlulukları şirketin
tescili tarihinden itibaren dört yıl geçmedikçe ibra yoluyla kaldırılamaz.
Bununla beraber, esas sermayenin en az onda birine sahip olan pay sahiplerinin
ibranın onaylanmasına karşı olması durumunda ibra bu dört yıllık sürenin
geçmesinden sonra da genel kurulca onaylanamaz. Bu oran halka açık şirketlerde
yirmide bir olarak belirlenmiştir. (TTK m. 559)
5.
ZAMANAŞIMI
Yöneticilere karşı açılacak tazminat
davasına ilişkin olarak kanunda özel zamanaşımı belirlemesi yapılmıştır.
Açılacak dava için üç farklı zamanaşımı düzenlemesi bulunmaktadır. Bunlardan
ilki kısa zamanaşımı da denilen davacının zararı ve sorumluyu öğrendiği
tarihten itibaren başlayan 2 yıllık zamanaşımı süresidir. Bunun yanında her
halde zararı doğuran fiilin üzerinden beş yıl geçmekle tazminat hakkı
zamanaşımına uğramaktadır ki bu düzenleme uzun zamanaşımı olarak ifade
edilmektedir. Ancak zarara sebep olan fiil aynı zamanda bir cezayı gerektiriyor
ve Türk Ceza Kanunu’nda daha uzun dava zamanaşımına tabi bulunuyorsa, diğer
zamanaşımı düzenlemeleri uygulanmaksızın tazminat davasına da bu zamanaşımı
süresi uygulanacaktır. (TTK m. 560)
TCK’da belirlenen uzun zamanaşımının
uygulanabilmesi için davalı hakkında ceza davasının açılmış olması
aranmamaktadır.[10] Eğer
dava konusu fiile ilişkin açılmış bir ceza davası bulunmuyorsa, fiilin bir
cezayı gerektirip gerektirmediğini ve bir cezayı gerektirmesi halinde TCK’daki
dava zamanaşımının ne kadar olduğunun tespitini açılan sorumluluk davasının
hakiminin değerlendirmesi gerekecektir.
6.
GÖREVLİ
VE YETKİLİ MAHKEME
Yöneticilere karşı açılacak davada
görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesidir.
Yetkiye ilişkin olarak ise kanunda özel
bir düzenleme yapılarak sorumlular aleyhinde şirketin merkezinin bulunduğu yer
mahkemesinde dava açılabileceği hüküm altına alınmıştır. (TTK m. 561) Bu kural
seçimlik yetki kuralı olarak düzenlenmiş olup davanın şirket merkezinin
bulunduğu yer mahkemesinde açılması bir zorunluluk değildir. Dava genel yetki
kurallarına göre de açılabilir. Söz
konusu yetki düzenlemesinin bir kesin yetki kuralı olmadığı ve dolayısıyla
davanın yetkili mahkemede açılmadığı ihtimalde ancak davalı tarafın usulüne uygun
yetki itirazı üzerine mahkemece yetkisizlik kararı verilebileceği, davanın
doğrudan reddine karar verilemeyeceği Yargıtay kararlarıyla ortaya konmuştur. [11]
[1]Yarg.
11. HD, T. 02.05.2016, E. 2016/4264, K. 2016/4920.
[2]Yarg. 9. HD,
T. 12.04.2015, E. 2016/4077, K. 2016/9147.
[3]TBMM
tarafından 13.01.2011 tarihinde kabul edilen 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu,
Resmi Gazete’de 14.02.2011 tarihinde yayımlanmış, kanunun yürürlük tarihi ise
istisna olarak sayılan hükümler hariç olmak üzere 01.07.2012 olarak
belirlenmiştir.
[4]Yarg. 23.
HD, T. 06.02.2019, E. 2016/2905, K. 2019/301.
[5]Yarg. 11.
HD, T. 04.12.2018, E. 2016/14421, K. 2018/7597.
[6]Yarg. 11.
HD, T. 26.02.2015, E. 2015/1754, K. 2015/2626.
[7]Yarg. 6. HD,
T. 08.05.2017, E. 2015/15190, K. 2017/ 2684.
[8]
‘…Geniş anlama sahip "uğraşan" sözcüğü ile görevli olmadığı halde
yönetime ve tasfiyeye karışan, talimat veren, yönetimi ve tasfiyeyi
yönlendiren, bir bakıma arkadan yöneten büyük pay sahipleri başta olmak üzere,
gizli yöneticiler ve tasfiye memurları (öğretideki deyimle, "fiili
organ" lar) kastedilmiştir. Bu geniş kapsamlı ibarenin hukukumuza
aktarılması halinde (banka hukukundaki deneyim ve birikim göz önüne alınınca)
ibarenin amacı ve İsviçre'deki anlayışı aşan bir anlam ve boyut kazanacağından
endişe edilmiştir. Böyle ucu açık bir ibareyi hükme koymak yerine mevcut
"yöneticiler" sözcüğünün yorumlanmasının öğretiye ve yargı
kararlarına bırakılmasının, bu yolla daha dinamik bir anlayışın hukukumuza
egemen olabileceği düşünülmüştür. …’
[9]Yarg. 11.
HD, T. 28.11.2016, E.2015/11856, K. 2016/9175.
[10]Yarg. HGK,
T. 18.11.1981, E. 1979/4-231, K. 1981/744.
[11]Yarg. 11.
HD, T. 19.09.2016, E. 2016/6973, K. 2016/7321.